Skandallar merkezi Habertürk binasında neler oluyor?
Medyaradar'ın gizemli yazarı Keskin Kalem yine medya dünyasında ses getirecek bir yazıya imza attı.
“Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa da geciken adalet zulümdür.”
Orhan Gazi
Yoldaşlarım, sırdaşlarım, felaket arkadaşlarım…
Bugün hep beraber önemli bir adalet arayışına el vereceğiz.
Daha önce pek çok kez yazdığım bir konuyu, bugün tozlu raflardan indirmek için uygun bir gün.
Çünkü tarihiminizin ulu hakanlarından Orhan Gazi’nin de dediği gibi, geciken adalet zulümdür.
Ve devletimizin yıllardır süren bir zulmü, artık sona erdireceğine inancım tamdır.
Bu zulüm dosyasının adı sırdaşlar: Serap Çil.
Medya tarihimizde görülmemiş bir skandal olan bu dosya gerçekleşmesi, örtbas edilmesi ve yarattığı siyasi sonuçlar nedeniyle aslında görülmemiş bir vaka.
Bilmeyenler için kısaca hatırlatayım:
Fatih Altaylı, 2009-2010’da Habertürk’te moda yazarı olan Serap Çil’le aşk yaşadı.
İlişkiyi Altaylı’nın eşi Hande Altaylı öğrendi.
Altaylı, Çil’i susturmak için sağ kolu olan Ramazan Kurnaz ve yakın koruması ile birlikte golf sopasıyla Çil’i dövdü.
Hem de Habertürk binasının içerisinde!
Altaylı’nın odasının bulunduğu katı kapatarak!
Bakın yoldaşlar dünyanın hiçbir yerinde, bir medya binasının içerisinde bir yayın yönetmeni tarafından bir kadın yazarın dövüldüğü vakası yoktur.
Uganda’da bile!
Ama gelin görün ki, şimdi kara para skandalıyla tüm Türkiye’nin gündemine oturan Habertürk binasında bu yaşandı.
Dahası o dönem Habertürk’te yönetici olan pek çok kişi, İK’sından hukuk müşavirliğine kadar, hepsi sahte tutanak hazırlayarak dövülen kadını, adeta suçlu çıkardı, Altaylı’yı akladı. Kadını bir de kovdu.
MİDE BULANDIRICI DEĞİL Mİ?
Daha durunnnn.
Mesele asıl buradan sonra iyice rezilleşiyor.
Yarattığı pislikten sıyrılmak için Altaylı, “Çil bana şantaj yapıyor” senaryosunu uydurdu, ve o dönem kadını baskı altına aldırmak için de, FETÖ’cü savcı ve polislerin desteğini aldı.
O dönem yine FETÖ’cü yargının yardımıyla Altaylı, Çil’e şantaj suçlamasıyla hüküm giydirdi.
BİR DOSYA DÜŞÜNÜN Kİ POLİSİNDEN SAVCISINA HERKES YA FETÖ HÜKÜMLÜSÜ YA DA FETÖ FİRARİSİ!
Çil ise yıllardır sesini duyurmaya çalışıyor ve hala üzerindeki suçlamanın kalkması için mahkeme mahkeme dolaşıyor.
Habertürk’ün devrinin kara parayla yapıldığı iddiası ve Can Holding’le başlayan soruşturmanın Ciner Holding’e sıçraması, bu dosyanın da yavaş yavaş raflardan inmesi gerektiğini gösteriyor.
Bre Keskin ne alaka diyeceksiniz…
ÇOK ALAKA SIRDAŞLARIM.
Görünen o ki Can-Ciner soruşturması hızla Ciner Yayın Holding’in ve başta Turgay Ciner ve Kenan Tekdağ olmak üzere, pek çok yöneticinin FETÖ ile bağlarının kovuşturulmasına doğru evriliyor.
Pek çok eski defter açılıyor.
Birkaç örnek verelim:
Haziran 1997’de FETÖ elebaşı Gülen’in Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen Medeniyetler arası Diyalog Kongresi'nin sponsorluğunu Ciner üstlendi.
Ciner Medya Holding bir dönem adeta FETÖ’cü üssüne dönüştü.
Abdullah Kılıç, Oğuz Usluer, Ertuğrul Erbaş, Bülent Ceyhan gibi azılı FETÖ’cüler medya kuruluşunun dört bir yanında yöneticlik pozisyonuna getirildi.
Daha sonra FETÖ medya davası açıldığında, yargılananların pek çoğunun Habertürk’te çalıştığı anlaşıldı.
Tüm bunlar olurken, Serap Çil dosyasını kapatması için yardım aldığı FETÖ’cülerin adeta kucağına oturan Altaylı, yönettiği Habertürk gazetesini adeta FETÖ’nün emrine verdi.
Pek çok operasyonel manşete imza attı.
İşte tam da bu nedenle, Serap Çil dosyası sadece basit bir kadına şiddet olayı değil,
Türkiye medyası ve siyaseti açısından ölümcül sonuçlara yol açmış bir vakadır.
Görünen o ki Can-Ciner soruşturmasında devlet FETÖ izlerinin de peşinde.
İşte tam da bu nedenle, Çil dosyası yapboz’un en önemli kayıp parçalarından biri.
Açıldığı noktada hala Habertürk binasına yuvalanan, ya da dışarıda kendini gizleyen pek çok Altaylı-FETÖ işbirlikçisi de ifşa olacaktır.
Sadece o değil:
O BİNADA BİR DAHA HİÇBİR KADININ TACİZE UĞRAMAMASI İÇİN…
İNSANLARIN ONURLARIYLA ÇALIŞABİLMELERİ İÇİN…
KENDİNİ AYRICALIKLI GÖRÜP HER İSTEDİĞİMİ YAPARIM VEHMİNE KAPILANLARIN DERSİNİ ALMASI İÇİN…
Bu dosyada adaletin sağlanması elzemdir.
Görünen o ki Can-Ciner operasyonu Türkiye’de pandoranın kutusunu açan mahiyette bir operasyon.
Türkiye’de her şey çabuk unutuluyor, evet biraz balık hafızalıyız sırdaşlarım.
Ammaaaaa içimden bir ses aylarca belki yıllarca, Can-Ciner soruşturmasının altından çıkan pisliği konuşacağımızı söylüyor.
HABERTÜRK BİNASINDA HEM RAHATLAMA HEM GERGİN BEKLEYİŞ
Sırdaşlarım, son aylarda bir medya grubunda skandal üzerine skandal yaşandığını, çalışanların canından bezdiğini yazıp duruyordum.
Şimdi olan bitenin ardından artık rahatlıkla yazabilirim:
O SKANDALLARIN MERKEZİ HABERTÜRK BİNASIYDI.
Tacizden tutun, kurulan yasak ilişki çarklarına…
Bir grup yöneticinin kendine ballı maaş yazdırmasına…
Şu an soruşturmada adı baş rolde geçen üst düzey yöneticinin metresinin, maaşa, makam aracına bağlanmış olmasına kadar…
Daha neleeeeeeer neleeeeerrrr.
Gelin görün ki lağım patladı ve devlet duruma el koydu.
Farkındaysanız bu isimleri savunan bir Allah’ın kulu da yok.
Ne kadar acı değil mi?
Neyseeee felaket arkadaşlarım.
Kayyum övücü olmak gibi istemem amma, keskin kulaklarıma gelen bilgilere göre TMSF duruma el koyduktan sonra Habertürk’te sular durulmuş.
Çalışanlar kendini güvende hisseder olmuş.
Ne de olsa açıktan tacizler, güç savaşları, derebeylik baskıları sona ermiş durumda.
Bir zamanlar binanın sahibi gibi gezenler kuyruklarını kıstırmış, kaderlerini bekliyor.
TMSF’nin verdiği yarım maaş prim, ödemelerin zamanında yapılması, şikayetlere kulak verilmesi…
Bunların hepsi emekçileri rahatlatmış.
Fakat elbette gerginlik sürüyor ve herkesin aklında tek soru var:
Medya grubunun akıbeti ne olacak?
Endişeli emekçileri rahatlatmak için ancak şu kadarını söyleyebilirim:
Pek yakında akıllarındaki soruların çoğunun yanıtını alacaklar.
Habertürk’le ilgili belirsizlik sürecinin sonuna yaklaşıldı diyebilirim.
Dışarıdan medya grubunun başına bir ismin getirileceği, ve bu ismin emekçilerle bir derdinin olmadığı sözünün de verildiğini yine söylemek mümkün.
Pek yakında hep birlikte görürüz yoldaşlarım.
SIRADAKİ DEPREM NEREYİ VURACAK?
Daha bu operasyonların hiçbiri ortada yokken, bendeniz çığlık çığlığa buradan haykırıyordum:
Medyada taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacak diye.
Aradan geçen zaman beni haklı çıkardı.
Defalarca o dönem İletişim Başkanı olan Fahrettin Altun ve ekibine de bu köşeden birkaç kez çağrıda bulunmuştum:
Demiştim ki medyadaki çalışma koşulları ulusal güvenliğimize tehdit.
Maaşlar çok düşük.
Parayı veren yolsuz gazetecinin düdüğünü çalar.
Manipülatif haberler yaparlar.
Dış güçlere hizmet ederler.
Dezenformasyon yayarlar…
Ne oldu?
HİÇBİR ŞEY.
Kara parasını alıp çantasını dolduran, medyaya akın etti.
Web sitesi kurdu, gazeteci satın aldı.
Yetmedi ana akım medyaya göz dikti.
Koca koca medya gruplarını satın alacak, kanallar kuracak cesarete eriştiler.
Uzun süredir bu alım-satımları takip eden devlet sonunda hepsini teker teker enselemeye başladı.
Flash haber operasyonu bunun en önemli işaret fişeklerinden biriydi.
Habertürk gibi göz önünde olan bir medya grubunda bile bu kadar pislik dönüyorsa, varın gerisini siz düşünün yoldaşlarım!
Şu anda şirket adı vermek istemiyorum ancak sırada birkaç TV kanalı var gibi görünüyor.
Bunların da Kenan Tekdağ’la bağlantılı olduğu ve Tekdağ’ın kurduğu medya havuzunun parçası olduğu iddia ediliyor.
Sahipleri her ne kadar farklı görünse de…
Bu havuzun içerisindeki bazı haber siteleri ise ikinci aşamada hedefte olabilir.
Kimseyi zan altında tutmamak ve soruşturmalara zarar vermemek namına,
şimdilik bu kadar paylaşacağım sırdaşlarım.
Zaten üç vakte kadar, her şey ortaya çıkacaktır.
Hep beraber takipteyiz.