“Etnik Demokrasi”nin ayak sesleri! Devletin “fabrika ayarları” değişiyor mu?

Medyaradar analisti Atilla Akar, MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli’ye ait olduğu söylenen “Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, bir Kürt, diğeri Alevi olsun.” Sözlerini ve bunun sonucu oluşan “Lübnanlaşma” tartışması ele aldı...

Efendim; dünya tersine döndü galiba. Dün biz söylesek büyük tepkilerle karşılaşacağımız sözler şimdi bizzat resmi isimlerce dile getirilebiliyor. (Hoş, bu seferde bu itirazı söylediğimiz için tepki alabilir hatta başımız belaya bile girebilir. Dün söylesek alkış bile alırdık. Ne söyleyeceğimizi bizde şaşırdık!) Türkiye Cumhuriyeti devleti yöneticileri, özellikle de milliyetçi- sağ çizgideki siyasetçiler bazı kelimeleri duymak dahi istemezlerdi. Tüyleri diken diken diken olurdu. Misal, bir vakitler rahmetli Alparslan Türkeş’in “Ne Mozayiği ulan…” demesi gibi…

“Etnik – Mezhepsel Demokrasi” ye Doğru mu?..

Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürkçü milliyetçilik anlayışı Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı herkesi etnik - inançsal köklerine bakmadan “Türk” kabul eder. (Alt kimliklerin varlığını reddetmese bile üst kimlik tarifini bu şekilde kuran modern ulus-devlet teorisine uygundur) Böylelikle bütün vatandaşları eşitler ve onun üzerinden ilişki kurar. Bu standart anayasal olarak halen geçerlidir. Türklük ırksal bir tanım olmadı hiç.

Ancak öyle anlaşılıyor ki bu tanım, dolayısıyla ilişkinin hukuki içeriği değiştirilmek, etnik – mezhepsel köklerinde işe karıştırıldığı bir boyuta çekilmek isteniyor. Aynı şekilde devlette görev alanların kimliği de genelde sorgulanmamış, her etnik aidiyetten insana her makama gelebilecekleri kapı açık bırakılmıştır. Bu noktada hiçbir yasal sınırlama yoktur. Dolayısıyla burada bir zamanların Güney Afrikası’nda olduğu gibi sanki bir “Apartheid rejimi” varmış gibi konuşmayın!

Aksini iddia edenler ise birazda kendilerini sorgulasalar iyi olur. Siz devleti sürekli “Düşman” görür, onu yıpratmaya, yıkmaya çalışır, kökeni on yıllara, yüzyıllara dayanan bir kin kültürünü yaşatır, kuşaktan kuşağa aktarır, hiç uyum çabası göstermeyip, ayrılıkçı psikolojiyi sürekli diri tutarsanız, hayatı sadece kendi bulunduğunuz ve sıkı sıkıya sarıldığınız dar aidiyetler üzerinden okursanız, devlette refleks olarak size en azından “Mesafeli” davranmak zorunda kalır. İnsan döner birazda kendine bakar. Nerede?..

Nereden Çıktı Şimdi Bu Anlayış!..

Neyse, bu dediklerim işin başka boyutu. Şimdi ise bambaşka bir iddia ortaya atılmış bulunuyor. İddianın sahibi Halk TV yazarı tanınmış gazeteci İsmail Saymaz’ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Bahçeli, birkaç ay önce MHP milletvekilleriyle gerçekleştirdiği toplantıda, kardeşliği pekiştirmek için bu öneriyi dile getirmiş… Geçen 22 Ekim’de ‘Terörsüz Türkiye’ için DEM’e elini uzatan Bahçeli, birkaç ay önce MHP’li milletvekilleriyle gerçekleştirdiği kapalı toplantıda, sözü milli bütünlüğe ve kardeşlik hukukunun pekiştirilmesine getirdi. Kürtler ve Alevilerin bürokrasiden dışlanamayacağını vurgulamak için şöyle dedi: ‘Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, bir Kürt, diğeri Alevi olsun.”

Haber yanlıştır diyemem. Muhtemel ki doğrudur. Zaten henüz tekzipte edilmedi. Ancak sonuçta ikinci elden bir bilgi. Bizzat Sayın Bahçeli’nin beyanına dayanmıyor. Tam olarak ne kastediyor, içini nasıl dolduruyor bilmiyorum. Umarım kendisi daha ayrıntılı bir izah getirir. Şayet Saymaz’a bu haber MHP cenahından sızdırıldıysa o zaman bilinmesini istiyorlar demektir. Bu sayede nabız ölçülüyor olabilir. Yok şayet iktidar içinden ya da devlet içindeki kliklerin birinden ise o zaman “Terörsüz Türkiye” süreci sabote edilmek isteniyor demektir. Sizce hangisi?..

AK Parti İçinden Tartışma!..

Nitekim Bahçeli’nin bu ifadesi AK Parti içinde de farklı çağrışımlar yaratacaktı. Eski AK parti milletvekili Şamil Tayyar bu öneriyi “Tehlikeli” olarak tanımlayıp Bu ifade, Türkiye’nin birleşme yerlerini kanatacak çok mahsurlu ve tehlikeli bir öneridir… İnanç ve etnisite üzerinden yapılacak görev dağılımı, aynı zamanda demokratik bir tutum da değildir…100 yıl önce parçaları birleştirerek oluşturulan yeni ve güçlü toplumsal dokuyu yeniden ayrıştırmaya çalışmak, bu ülkeye büyük haksızlık olur.” diyecekti.

Buna karşılık gene eski AK Parti milletvekili Mehmet Metiner, bu sözlere tepki gösterecekti: “Sayın Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olmalı. Biri Kürt biri Alevi olmalı.” deyip demediğini bilmeden, en önemlisi de demişse bile bunu hangi amaçla ve ne bağlamda söylediğini tahmin etmek zor değil iken hemen etnik ve mezhebi kompartımancılık zeminine bu sözü çekip ‘son derece zararlı ve tehlikeli’ biçiminde eleştirilerin muhatabı kılmak, asla iyi niyetle bağdaşır bir tutum değildir.”

Cumhuriyet Kabuk mu Değiştiriyor?..

Kimileri bu davranışları Devlet Bahçeli’nin bireysel tasarrufu gibi görüyor. Hatta onun kimliğini ve ruhsal yapısını bile sorgulayanlar var. Bence büyük haksızlık. Bütün bunlar Devlet Bahçeli’nin kişisel tutumu değildir. O bir “Proje” nin dışa yansıyan kamusal yüzüdür. Projenin müellifleri ise benim baştan beri “Derin Dizayncılar” dediğim yapıdır. Türkiye’ye yeni bir “Rota” çizilmek istenmektedir.

Öyle anlaşılıyor ki bu yapı Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüz şartlarında mevcut formatıyla varlığı sürdüremeyeceği ya da zorlanacağı tespitinde bulunmuş, kimi küresel ve bölgesel şartlarda dikkate alınarak yeni bir format atılma gereği hissedilmiştir. (Yahut bize öyle pazarlıyorlar!) Bunun “Doğru” mu “Yanlış” mı olduğu tartışması bir yana somut durum budur. Bakış açınıza göre “Sahibinden kelepir ülke” de diyebilirsiniz “Yeni - Osmanlıcı şahlanış” da. Hangisine aklınıza yatarsa!.. Kimilerine göre ise bu bir “Amerikan projesi” dir ve bildiğimiz cumhuriyetin tasfiyesini hedeflemektedir.

Sonu “Lüblanlaşma” mı?..

Neyse bu ayrı bir yazı konusu. Biz gene asıl konumuza dönelim. Sayın Bahçeli’nin açıklama yapması şerhini koruyarak “Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, bir Kürt, diğeri Alevi olsun.” cümlesinde tedirgin edici bir yan var. O, varsayalım ki “Kürtler ve Alevilerin bürokrasiden dışlanamayacağını vurgulamak için” söylemiş olsa dahi akla başka sakıncalı çağrışımları getiriyor. Bu analizi daha önce Levent Gültekin yapmıştı. “Ortadoğululaşma” tespitine paralel “Lübnanlaşma sendromu” denmişti.

Soru şudur: bir kez bu kapıyı açtığınızda devleti ve makamları etnisite ve mezhebe göre paylaştırıyor olmaz mısınız? Bir kez bu yolu seçtiğinizde Türkiye’deki bütün etnik grup ve dini – mezhepsel yapıları özendirmiş olmaz mısınız? Herkes devletten bir pay talep etmez mi? Ortaya bir etnik ve mezhepsel aidiyetler federasyonu ya da konfederasyonu çıkmaz mı? Herkes kendine devlette kendine bir yer kapmak istemez mi? Herkese devlette birer “Kota” mı koyacaksınız? Sonuçta ortada “devlet” diye bir şey kalır mı? Bilemiyorum. Sonu “Lübnanlaşma” denen duruma kadar varır mı? Ne olursa olsun etnik kimliklere bu derece yaslanıldığı bir demokrasi öncelikle demokrasi tanımına terstir. Demokrasi etnik-dini-feodal gruplaşmaların değil, kendi tercihini kendi yapabilecek olgunluğa erişmiş bireylerin rejimidir.

Nitekim “Semerkant”, “Afrikalı Leo” ve “Doğunun Limanları” gibi kitapların dünyaca ünlü yazarı Amin Maalouf’un ülkesi Lübnan’ın çöküşünü anlattığı sözleri sosyal medyada yeniden gündem olacaktı. Habertürk’te Kürşad Oğuz’un sorularını yanıtlayan Maalouf, durumu şöyle özetleyecekti: Cumhurbaşkanı Hristiyan, başbakan Müslüman, meclis başkanı Şii, vekillikler cemaatlere ayrılmış. Bir yere adam alınırken artık yeteneğe veya liyakata değil o kişinin hangi cemaate bağlı olduğuna bakılıyor.”

Devlette etnik - mezhepsel kriterli görev dağılımı yoktur!..

Öyle veya böyle, ister katılalım ister katılmayalım, Türkiye için ister hayırlı ister şer olduğunu düşünelim ortada ciddi bir iddia vara benziyor. Bunun muhtemel tüm sonuçlarını anlamak, tartışmak gerekiyor. (Tabii bunu yaparken endişe veya sorusu olan herkese “Terörsüz Türkiye’yi istemeyen unsurlar” muamelesi çekmeden!) Sonuçta Türkiye cumhuriyeti teşkilat yapısında etnik - mezhepsel kriterlere dayalı bir görev dağılımı yoktur. Dolayısıyla bu yeni bir öneridir ve bazı kuşkular doğurması doğaldır.

Hissedilen o ki, devletin “fabrika ayarları” değiştirilmek istenmektedir. Sonuçta belli ki ortada bir “Proje” var. Burası net. Artık bundan sonra önemli olan mevcut senaryoda o ayarların ne derece değiştirilip, değiştirilmeyeceği olsa gerek!..

NOT: Elbette denilebilir ki, “Türkiye’de zaten son yıllarda ehliyetsizlik, liyakatsizlik dorukta. Ayrıca devlet dairelerine, memuriyetlere alımda kıstaslar zaten partililik, hemşerilik, etnisite, bölgecilik, mezhep yakınlığı, tarikatçılık, vb üzerinden yürüyor. Dolayısıyla fazla bir şey fark etmez.” Doğrudur. Fakat bunun hukuki - idari bir güvenceye kavuşturulması, alışkanlık haline getirilmesi ve normalleştirilmesi başka bir durum olsa gerek.

21.07.2025