Gazeteciler şamar oğlanı değildir!

Prenslerin yerine dayak yiyen ‘şamar oğlanı’ metaforuyla günümüz Türkiye’sini anlatan MedyaRadar'ın usta yazarı Varol Ersoy, kaçakçılıktan skandallara kadar her olayda faturanın gazetecilere kesildiğini söyleyip ‘korku bir yere kadar’ diyerek dayanışma çağrısında bulundu.

Batı monarşilerinde krallar ve kraliçeler çocuklarına kızdıkları zaman onların yerine işi “dayak yemek” olan “erkek çocuk” beslerlermiş…
Prens bey bir hata yaptığında o çocuğu, kendi çocuklarının önünde döverlermiş…
Bunu gören prens de aynı hatayı bir daha yapmazmış…
Prensler de çocukluklarında kendileri için dayak yiyen şamar oğlanlarına, genellikle vefalı davranırmış…
Örneğin İngiltere Kralı 1. Charles (1600-1649) kendi şamar oğlanını hayatı boyunca hep yakınında tutmuş…
Hatta 1643’te Dysart bölgesinin kontu olarak atamış…

OSMANLI’DA DA AYNI
Örneği İngiltere’den verdim ama “şamar oğlanlığı” müessesesi (!) Osmanlı’da da varmış…
Devrin en ünlü alimlerinden özel eğitim ve öğrenim gören şehzadeler yaramazlık ya da haylazlık yaptıkları zaman, onların yerine kapıda bekleyen şamar oğlanları dayak yermiş…
İşte; dilimize yerleşen “şamar oğlanı” deyimi buradan geliyor.

BUGÜN BU ROL BİZE DÜŞTÜ!
“Nereden aklına geldi şimdi durup dururken şamar oğlanları” derseniz… Kendi halimizden!
Milletvekilleri altın kaçakçılığı yapıyor; onlara ilişen yok, olayı ortaya çıkaran gazeteciler suçlu oluyor…
Bakan Hanım’ın şirketine kıyak ihale veriliyor; haberi yapan gazeteciye dava açılıyor…
Bir başka bakanın çocuğu kumar oynarken görüntüleniyor; haberi yapan gazeteci işten attırılıyor…
Polis, yürüyüş yapan gençlere biber gazı sıkıyor, kız eylemcileri yerlerde sürüklüyor; haber yapmaya çalışan gazeteciler tutuklanıyor.
Libya’da iki MİT mensubu şehit düşüyor, milletvekili Meclis’te açıklıyor; dört gazeteci haber yaptılar diye vatan haini ilan ediliyor!

TAŞI BAĞLAYIP, KÖPEĞİ
SERBEST BIRAKMAK!
Son örnekleri biliyorsunuz; meslektaşımız Hakan Tosun, İstanbul’un Esenyurt ilçesinde hala bilinmeyen bir nedenle öldürülüyor; katillerin ailesi bu cinayet haberini yapan gazeteciyi tehdit ediyor.
Sadece bir gün sonra İHA’nın Iğdır muhabiri Sebahattin Yum gözaltına alınıyor…
Gerekçe ne?
Gaziler Günü töreninde çektiği fotoğraf ve yaptığı “Valiye şemsiye var, gazilere yok” haberi…
Kimse bu suçları işleyenlerden ve terbiyesizlikleri yapanlardan hesap sormuyor; herkes gazeteci avına çıkıyor. Üstelik o gazetecinin çalıştığı kurumun yandaş olmasına falan da aldırış edilmiyor, sırf ibret olsun da başka gazeteciler böyle bir haber yapmaya cesaret edemesinler diye “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”le suçlanıyor.
Eminim ki şimdi dava tehdidinden kurtulsa bile işten atılacak Sebahattin Yum arkadaşımız!

BIRAKIN İŞİMİZİ YAPALIM!
Kısacası; çalan çalıyor, çırpan çırpıyor, soyan soyuyor…
Gazeteci yargılanıyor.
Bir gazeteci öldürülüyor, bir başka gazeteci haberini yapıyor; yine gazeteci suçlu oluyor.
Eylemlerde mağdur olan, coplanan, gazlanan bizim arkadaşlarımız, sanık yine onlar!
Deniliyor ki, “Sana mı kaldı vatanı kurtarmak?”
Emin olun hiçbir gazetecinin böyle bir derdi yok…
Hepimiz ekmek derdindeyiz; hepsi bu!
Ve biz sadece işimizi yapıyoruz.
Olayları izliyoruz, fotoğraf çekiyoruz, görüntü aktarıyoruz, bilgi derliyoruz.
Yani halka, haber alma hakkını kullandırıyoruz.
Ama arkası sağlam altın kaçakçılarıyla, uyuşturucu baronlarıyla, bakan yakınlarıyla uğraşamayan kolluk kuvvetleri bizi dövüyor!
Prensler, veliahtlar, sarayın adamları suç işliyor, bizden yanağımızı uzatmamızı istiyorlar…

KORKU… NEREYE KADAR?
Ve en acısı da bizim bu çarpık düzeni kabullenmiş olmamız…
Eskiden bir gazetecinin başına bir şey geldiğinde işi gücü bırakıp Cağaloğlu’ndaki Cemiyet binasının önüne koşan, kol kola giren, uğranılan haksızlığı haykıran binlerce gazeteci yok artık… Dayanışma yok, acı, üzüntüyü paylaşmak yok, zor günde yan yana olmak yok…
Güçlüler suç işliyor, biz şamarı yiyoruz…
Yeter artık kral abiler, padişah dedeler, şah amcalar!
Her suçta bizi dövdüreceğinize kendi haylaz çocuklarınıza sahip çıkın…
Bilin ki korku da bir yere kadar…
Bir patlarsak, fena patlarız…
Haberiniz olsun!

VAROL ERSOY Diğer Yazıları