Açılım hattında gerilim! Gidişatta “sorun” mu var?.

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar Bahçeli – DEM - İmralı – Kandil hattında sezilen gerilimi anlamaya çalıştı…

Efendim; şu açılım hikâyesinde negatif kıvılcımlar çakmaya başladı herhalde. Kankalığa varan karşılıklı iltifatlara, esen ılıman havalara bir şeyler oluyor galiba. Herkeste sinirler biraz geriliyor gibi. Bunlar basit “Pürüzler” mi yoksa ciddi “Tıkanmalar” mı henüz tam belli değil ama bir “Sıkıntı” olduğu seziliyor.

Zaten toplumun olaya pek istekli görünmemesini geçtim taraflar kendi aralarında sürtüşmeye mi başladılar acaba? Evdeki hesaplar çarşıya uymamaya mı başladı yoksa? Hadi biraz son durumu kurcalayalım…

Hız Limiti Düşüyor mu?..

Herkes kendine göre açılımda bir “Hız limiti” saptıyor. Örneğin PKK ve DEM’lilere göre bu hız “çok yavaş” seyrediyor. Bilhassa Apo’nun salınması konusunda çok yavaş buluyorlar. Devlet cenahına göre ise her şey adeta “Normal seyrinde” görünüyor.

Gaza basmanın şu an için alemi yok. Frende pek düşünülmüyor sanırım. Devlet önce PKK bazı yükümlülüklerini yerine getirsin diye bekliyorlar. Diğerleri de devletin taahhütlerini yerine getirmesi şartına bağlıyorlar. Şu an sanki daha ziyade bu eksende dönen bir “Patinaj yapma” var gibi!..

DEM Ortamı Bilerek mi Geriyor?

Fakat en aceleleri var görünen –düne değin devlet iken- şimdi DEM parti oluyor. Bunu hangi niyetle istedikleri pek belli değil. Biran önce işi bağlayıp, beklentilerini karşılamak mı istiyorlar yoksa herkesi ketenpereye getirip biran önce statülerini kabul ettirmek mi? Yahut bir tür “Sabote” edip suçu devlete mi atacaklar belli değil!..

Öyle veya böyle şu an için göze çarpan bir durum ise bu; DEM’ liler bir tür “Sıkıştırma” olarak gerilim çıkarma, huysuzluk yapma taktiği uyguluyorlar sanki. Öyle ki, son zamanlarda bu cenahta göze çarpan kimi “Şımarık” tavırlar eğer bir düşüncesizlik ya da edep eksikliği değilse siyasi bir amacı da olmalı. Çünkü ancak işi yokuşa sürmek isteyenler böyle davranabilir. Ya da ilgi görmeye çalışıyorlar. Unutmayın bazen negatiflik de bir dikkat çekme yöntemi olabilir. O yüzden bu tarz “Provokatörce” çıkışlar hiç “tesadüfi” değil!..

Sıradan Patavatsızlıklar Değiller!..

Şimdi bunları alt alta toplayın bakalım ne sonuç çıkıyor;

  • DEM’li Gülistan Kılıç Koçyiğit’in TBMM Grubu toplantısında şehitler için “Gencecik cesetler” demesi.
  • Aynı şekilde “Kürdistan” ibaresini kullanması
  • Salonda “Biji Serok Apo” sloganlarının atılması
  • Beraberinde bunun “Normal” bulunması
  • Hemen yanı sıra DEM Parti İmralı Heyeti üyesi Pervin Buldan’ın Öcalan’ın, medyanın dilinden rahatsız olduğunu belirtip “önlem alınmasını” istemesi ve bunu hükümete havale etmesi

Bunlara süreçte başka ne gibi ifadeler eklenir bilmiyorum. Lakin bunların bilinçli yapıldığına ve basit birer patavatsızlık olmadığına eminim. Buradan devlete bir “Mesaj” var. “Bu mecliste bizde varız ve bizim taleplerimizi dikkate almak zorundasınız” demeye getiriyorlar. Belki de “İşleri çabuklaştırın, bilin ki sıkıntı oluruz” demeye çalışıyorlardı. (Benin analizlerim bu yönde) Yoksa başınızı ağrıtırız!..

Devlet Bahçeli Mesafe Koyma Gereği Hissetti!..

O kadar ki bugüne kadar DEM’lilere hep müsamaha gösteren Bahçeli bile duruma bir tepki gösterme ve ayar atma ihtiyacı hissedecekti: “Herkesi ve özellikle muhatapları sorumlu bir dil kullanmaya davet ediyorum. Şehitlerimizi gencecik cesetler demek doğru değildir. Şehitler ceset değildir. Onlar bizim kahramanımız. TBMM'de taşkın sloganlara asla gerek yoktur."

Nitekim MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında, “maksimalist taleplerin gündeme gelmesinden kaçınmalıyız” çıkışı aynı tavrın bir uzantısıydı aslında. Anlaşılan Bahçeli ve devletteki karar vericiler hem bu tarz ölçüsüz tavırlardan hem de “Ne koparırsak kârdır” siyaseti güden PKK / DEM çevresinin aşırı taleplerinden sıkılmışlardı. (Hükümet ve AK Parti cenahındaki rahatsızlıktan hiç bahsetmeyelim şimdilik isterseniz) Anlaşılan hafiften dişler gıcırdamaya başlamıştı!..

Dağ fare Doğuracak!..

Öyle ki bu sözlere önce DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’dan tepki gelecekti. O da saydıkları bütün taleplerin “Öcalan’ın dinlenmesi” şartına bağlı olduğunun hatırlatacaktı.

İlginçtir, benzer bir yaklaşım üslubu biraz daha sert şekilde Kandil’deki PKK şeflerinden Duran Kalkan’dan da gelecekti. Kalkan’ın hedefinde ise Bahçeli ve verilen sözler vardı: “Bir yıl geçti. Sözlerinin gereği yerine getirildi mi? Hiç oralı olmuyor. Unutmuşa benziyor. Sözleri çok geriye düşmüş durumda… Söyleyeceksin, söz vereceksin, alemi etkileyeceksin ondan sonra yavaş yavaş ondan vazgeçeceksin, sürece yayacaksın. Millet bunun oyun olduğunu görmez mi? Buna hile demez mi? Açıklıkla der. Bunu görmek lazım.”

Fakat asıl sert tepki “Dağ doğura doğura fare doğuracak” sözlerinde gizliydi: "Bir çözüm arayışı yoktur. Bizim yaptıklarımıza karşılık olumlu denecek herhangi bir şey yok. Komisyonu oyalıyorlar, oyalıyorlar, konuşuyor öyle. Ne olacağı hiç belli olmayan bir şey var. Dağ doğura doğura fare doğuracak." Dikkatinizi çekerim. “Doğurdu” demiyor “doğuracak” diyor. Sözler güvensizlik ve karamsarlık dolu. İşi bozarsa bunlar bozar!..

Görünen Köy Kılavuz İstemez!..

Peki o halde bütün bunları nasıl yorumlamalı? Şimdilik kilitlenen bir şey yok gibi. Daha ziyade bir sürtüşmeyi ya da pürüzü andırıyor. Henüz tam restleşilmedi. Ancak ifadelere dikkat edilirse her an sertleşmeye çok müsait gibi. Gerilimin tırmanışa geçip geçmeyeceği ya da aşılıp aşılmayacağı atılacak (Ya da atılmayacak) adımlara bağlı. Gidişatı o belirleyecek. Karamsar olmak istemem ama -derecesini bilemem- ortada bir “Sorun” olduğu varsayılabilir. Yoksa bile bu gidişle oluşması muhtemel görünüyor…

16. 10. 2025