01 Mar 2014 08:37 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:57

Gürkan Zengin Al Jazeera Türk'ü anlattı! 'Torpille, telkinle alınan tek bir çalışanımız yok'

Bir yıl sonra yayın hayatına başlayacak olan Al Jazeera Türk şimdilerde online yayınla gazeteciliğe ilk adımı attı. Peki televizyon neden bu kadar gecikti, online yayıncılık nasıl gidiyor? Al Jazeera Türk haber koordinatörü Gürkan Zengin Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e anlattı.

“Mesleğimizin prensiplerine sadakatle bağlı kalacağız, taahhüdümüz budur” diyor. Türk medyasında bir sorun olduğunu kabul ediyor ama ona göre bu sorun sadece bugüne ait değil, geçmişte de medya böyleydi. Ona göre tarafsızlık kaybedilince doğruluk da kayboluyor. “Biz gazeteciler olarak tarafsızlığımızı kaybediyoruz” diye de ekliyor.
Herkes Al Jazeera Türk’ün neden bu kadar geciktiğini, çalışanların 2,5 yılı aşkın süredir açılamayan bir kanalda neler yaptığını elbette merak ediyor. Onlardan biri de bendim. Gürkan Zengin merak ettiğimiz tüm bu soruları yanıtladı. 23 yıla yakın bir gazetecilik geçmişi var, heyecanla yayın hayatına başlamayı bekliyorlar. Kanalın açılmamasının tek nedeni bina sorunuymuş, onu da aşmışlar. 3 yıldır yayına girememek elbette onları üzmüş çünkü “haber cenneti” Türkiye’de haberci olup da birçok haberi kaçırmak bir gazeteci için hiç de kolay değil.
Online yayıncılık bir nebze olsun o sıkıntıya çare olmuş. Bir yıl sonra da Al Jazeera Türk yayın hayatına merhaba diyecek. Gürkan Zengin, Türkiye’de habercilik açısından büyük bir boşluğu dolduracakları konusundan son derece iddialı: “Çekindiğimiz bir güç merkezi yok, tek hedefimiz işimizi doğru yapmak” diyor. Gürkan Zengin, son derece samimi biri gazeteci. Haberciliğe olan tutkusu takdire şayan... Hem Al Jazeera’yı hem de gündemi konuştuk. Şimdi ben aradan çekiliyor sizi Gürkan Zengin ile baş başa bırakıyorum. Sevgiyle kalın, hep umutlu olun…

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
Twitter: @gazetecialev
Mail: [email protected]
***********************************************

Gürkan Bey, hayırlı olsun nasıl gidiyor online yayıncılık?
İyi gidiyor, daha işin başındayız. Online yayıncılık pek çoğumuz için yeni bir alan. Mecrayı tanıma, öğrenme aşamasındayız.
Televizyon gecikince sanırım daha fazla bekleyemediniz ve online yayına geçtiniz değil mi?
Öyle oldu. Sonuçta ekibin yarısı mevcuttu ve bu ekip tam 2,5 yıldır yayın bekliyordu. Ama yayını yapacağımız teknik şartları karşılayan ana binayı bulamamıştık ; bulduktan sonra inşaat vs. sebebiyle en az 1 yıl daha bekleyeceğimiz gerçeği ortaya çıktı. Biz de online olarak da olsa haberciliğe başlayalım artık dedik. İyi de oldu.
“GECİKMEMİZİN TEK NEDENİ BİNA SORUNU”
Peki, tek sorun gerçekten bina mıydı yoksa perde arkasında başka sorunlar da var mıydı?
(Gülüyor) Komplo teorilerini seven insanlarız biz. Yayına bir türlü başlayamamış olmamızla ilgili pek çok iddia ortaya atıldı. Hükümet engel çıkartıyor vs gibi, ama bunların hiç biri doğru değildi. Başından beri tek sorun binaydı. Bu bina işi bizde bir yaradır, çok uzun hikâye. Tabii bu 2.5 yıl içinde bir de Doha’da üst yönetim değişikliği oldu, daha büyük çaplı bazı projeler araya girdi vs. Bütün bunlar da süreçleri çok yavaşlattı, ama nihayet hepsi geride kaldı.
“TORPİLLE, TELKİNLE ALINAN TEK BİR ÇALIŞANIMIZ YOK”
Genelde hatır gönül işiyle dönen medyada sanırım ilk defa Al Jazeera bir insan kaynakları firması ile anlaştı ve tüm ekibi bu firma oluşturdu. “Torpile hayır” diyor sanırım Al Jazeera?
Alev Hanım, Al Jazeera’nın farkını gösterdiği ilk şey bu oldu. Biz eş, dost, arkadaş bağlantılarıyla adam almadık. Onun arkadaşı, bunun adamı, şunun kardeşi, ötekinin yeğeni diye kimse haber merkezine giremedi. Şubat 2014 itibariyle haber merkezimize torpille, telkinle, atama ile girmiş tek bir isim yoktur. Bu Türk medyasının ihtiyacı olan bir durumdu. Durum böyle olunca çalışanların da hem kendine hem de yanında çalışan arkadaşına güveni ve inancı artıyor. Buraya gelen insanlar bir dizi mülâkatdan geçiyor. Yetenekleriyle, nitelikleriyle tecrübeleriyle buradalar. Sektörü bilenler bilir, bu gerçekten bir devrim niteliğindedir.
“BİZ SİYASET YAPMIYORUZ, HABERCİLİK YAPIYORUZ”
Al Jazeera’de çalışmanın şartları neler, mesela burada çalışmayı çok isteyen bir haberci hangi özellikleri taşımalı?
Ön koşul şu: mesleğin temel ilkelerini içselleştirmiş olacaksınız. Gazeteciliğin temel ilkesi doğru ve tarafsız haberdir. Burası bir basın organı, gazetecilik yapılan bir yer. Burada çalışacak herkes gazeteciliğin siyasi mücadelenin bir aracı, bir aleti olmadığını bilecek, haberin namusunu koruyacak. Politik perspektifleriniz olur, olmalıdır. Ama ‘haber’e dokunamaz, onun gerçekliğiyle oynayamazsınız, haber bize ait birşey değildir, haber halkındır, biz gazeteciler olarak onu bulmanın, onu aktarmanın aracıyız.Bu sebeple haber merkezimizde çalışacak herkes önce meslekle ilgili tam ve net bir kavrayışa sahip olmalı.
İkinci şartımız işin gerektirdiği niteliklerle ilgili. Kameramansa iyi kameraman, montajcıysa iyi montajcı olmalı. Bunlara bir de her profesyonel işyerinin ‘olmazsa olmaz’ı olan profesyonel davranış kurallarını içselleştirmiş olmayı eklemeliyiz.
Kaç yabancı dil bilmek zorunda, sizin kurumunuzda çalışacak bir medya mensubu?
Bizim meslekte Türkçeyi iyi bilmek, iyi kullanmak yabancı dil bilmekten daha önemlidir. Bu alanda istediğimiz noktada değiliz henüz, daha iyi olacağız.
Yabancı dile gelince, çalışanların görevlendirileceği alana göre değişir bu. Bazı kadrolarda yabancı dil şartı aramıyoruz.
Yabancı dil bir artıdır, ama orada da vasat değil, iyi derece yabancı dil istiyoruz. Kadromuz daha tamamlanmadı, ama buna rağmen öteki televizyonların haber merkezleriyle kıyaslandığında yabancı dil bilen gazeteci sayısında zannediyorum açık ara öndeyiz. Bu bilinen yabancı dillerin sayısında da böyle. Biz yabancı dili sadece İngilizce, Fransızca, Almanca gibi Batı dilleriyle sınırlandırmıyoruz. Bölge dillerini bilmek bizim için çok önemli. Arapça, Farsça, Rusça, Balkan dillerini bilen habercilerle çalışıyoruz, bu saydığım bölge dillerini bilen genç arkadaşlara ihtiyacımız var. Kapımızı onlara açık.
"ÜÇ YILDIR YAYINA GİREMEMENİN IZDIRABINI YAŞIYORUZ"
3 yıla yakın bir süredir yayına girmeyi bekliyorsunuz. Peki, böylesine yoğun bir gündemde “Keşke yayında olsaydık, çok şey kaçırıyoruz” dediğiniz oluyor mu? Zira Türkiye gazeteciler açısından tam bir haber cenneti?
(Gülüyor) 3 yıldır başka bir şey demiyoruz ki zaten. Biz üç yıldır bu ızdırabı yaşıyoruz. Bu haber merkezi o 3 yıllık bunalımdan buralara geldi. O bunalım neydi? Hem Türkiye içinde hem bölgemizde olağanüstü gelişmeler yaşanırken biz oturuyorduk. Arap Baharı yaşanıyor, Mübarek devriliyor, Kaddafi devriliyor, rejimler yıkılıyor. Yüz binler ayağa kalkıyor ve adı Al Jazeera olan, bu bölgeye hitap eden bir kanaldasınız ama yayında değilsiniz. Bunun bizde yarattığı tahribat büyüktür.
“ONLİNE YAYINCILIKLA NEFES ALMAYA BAŞLADIK”
Mesela Türkiye açısından hangi gelişmeleri kaçırmak sizi üzdü, hangi süreçte yayında olmayı çok isterdiniz?
Kürt sorununda ‘çözüm sürecini’ başından yakalayamadık. MİT Müsteşarı gidiyor İmralı'da Abdullah Öcalan ile görüşüyor, birtakım gelişmeler yaşanıyor. Bir sürü önemli olayı kaçırdık. Mesela, önümüzdeki Mart seçimlerinde de ardından gelecek Cumhurbaşkanlığı seçiminde de televizyon olarak yayında olmayacağız. Yani sıkıntı, online yayın ile azalsa da devam ediyor. Tabii, online yayıncılıkla nefes almaya başladık, en azından gazetecilik yeniden başladı. Yeniden soru sorabilme, kaynaklara telefona açabilme imkânına kavuştuk.
“AL JAZEERA’NIN TÜRKİYE’DE DE OLMAK İSTEMESİ ÇOK DOĞAL”
40 ülke ve 70’in üzerinde noktada haber büroları olan medya devi Al Jazeera markasının Türkiye’ye de taşınma nedeni ne? Neden yabancı yayın yapan bir kanal Türkiye’de de olmak ister?
Al Jazeera haber network’ü dünyanın en önde gelen markalarından biri. Doğu’dan çıkan ilk dünya markası, hatta tek marka diye biliniyor, ama Türkiye’deki 76 milyon bu markayı bilmiyor. Oysa Türkçe bir lingua Franca’dır. Türkiye’deki 76 milyonun dışında Almanya’da ve Avrupa’nın genelinde, Balkanlarda, Azerbaycan da, İran’da milyonlarca insan Türkçe konuşuyor veya anlıyor. Elbette bu markanın televizyon kuracağı yerlerden biri de Türkiye’ydi, İstanbul’du. Danimarka’da, Belçika’da televizyon kurmanın anlamı yok. Markanızı yeni ve geniş coğrafyalarla buluşturmak istiyorsanız Türkiye ve İstanbul ideal bir yerdir. Çok doğal, makul ve mantıklı bir proje…
Al Jazeera Türk’ün yayın politikasını belirlemede merkezi yönetimle fikir alış verişiniz oldu mu, olacak mı?
Online olarak da olsa marka şu anda fiilen devreye girmiş durumda. Yayın politikasının temel parametreleri açık, az önce belirttim, ‘haber, sadece haber’ mantığı üzerine kurulu, ‘doğruluk ve tarafsızlık’ konusunda yüksek hassasiyete sahip, ‘insan odaklı bir yayıncılık’. Network’ün genel prensipleri bunlardır ve bu prensipler bütün network kanalları için geçerlidir.
Dış sermayeli bir televizyon olarak, haber Türkiye’nin aleyhine bile olsa kullanır mısınız?
Biz mesleğimizin kurallarına sadakatle bağlıyız diyoruz. Sorunuzdaki ‘Türkiye’nin aleyhine ya da lehine haber’ diye bir kategori bilmiyorum. Kaldıki bir haberin Türkiye’nin lehine mi aleyhine mi olduğuna kim karar veriyor?... Şunu da belirteyim, bizde ‘yabancı’ olan markadır, habercilerin hepsi bu ülkenin çocuklarıdır.
Bu arada “Arap Baharı El Cezire’nin ürünü” diyenler, en azından El Cezire’nin ciddi katkısı olduğunu yazıp söyleyenler oldu. Siz ne düşünüyorsunuz?
‘Aljazeera Etkisi’ diye bir kavram üzerinde onlarca yüzlerce master, doktora tezi yazıldı, yazılıyor dünyada. 1996’da Aljazeera Arapça’nın yayına başlamasından itibaren kendini gösteren bir ‘etki’ dir bu. Arap dünyası, ilk kez gerçek anlamda tartışma programlarını, diktatörleri, diktatörlükleri sorgulayan bir haberciliği Aljazeera üzerinden gördü. Bu neredeyse 100 yıldır ‘gerçek haber’e aç, özgür tartışmalara yabancı milyonlar için önemliydi. 2011’de Arap Ayaklanmaları patlak verdiyse, bunda Aljazeera’nın son 15 yıllık yayınlarının da bir etkisi olduğu açık. Elbette iletişim imkânlarının artması, sosyal ağların devreye girmesi Arap ayaklanmalarında önemli rol oynadı.
“AL JAZEERA BÜYÜK BİR BOŞLUĞU DOLDURACAK”
Türkiye’de haber kanalı oldukça fazla ama Türk insanı -tırnak içinde- “habere aç” olduğu görüşünde. Çünkü haberleri tarafsız izleyemiyor. Ya da her haberi izleme, alma imkânı bulamıyor. Siz bu boşluğu doldurabilecek misiniz, farkınız ne olacak?
Zaten bu iddia ile geliyoruz ve bunu başaracağımıza inanıyoruz. Büyük konuşmak istemem ama televizyonu tam kapasiteyle devreye soktuğumuzda Türkiye’de ‘haber kanalı’ tarifininin değişeceğini düşünüyorum.
Finansal ve siyasal bağımsızlık , Aljazeera’nın kendi kurumsal prensiplerine bağlılığı ve kadronun niteliği bu iddianın altını doldurmakta en önemli avantajlarımız.

Mesela Gezi sürecinde medya çok eleştirildi. Bir penguen metaforumuz bile oldu. Haber kanalları bir bocalama yaşadı. Siz o süreçte yayında olsaydınız kesintisiz tüm yaşananları izleyebilecek miydik?
Afedersiniz ama bu soru biraz abesle iştigal. Elbetteki haber kanalıysanız, yayında olacaksınız. Bu konuda Aljazeera çalışanlarının hiçbirinin zihninde en küçük bir tereddüt yoktur.
Al Jazeera daha yayın hayatına başlamadan tensikat haberleri geldi. Gezi nedeniyle bazı çalışanlarla yollarınızı ayırdığınız söylendi. Doğru mu, işin aslını sizden dinlemek isterim?
‘Gezi nedeniyle’ değil...Aljazeera’yı güvenilir ve itibarı yüksek bir marka yapan temel değerleri korumak zorundayız. Doğruluk ve tarafsızlık diyorsanız, bütün uyarılarınıza rağmen bu değerleri içselleştiremediğini gördüğünüz bazı personelle yollarınızı ayırırsınız. Yaptığımız budur.
Kaldıki arkadaşlarımızın bir kısmıyla bu konudan bağımsız bazı sebeplerle yolları ayırdık.Yani hepsi de aynı sebeple ayrılmadı.
“TARAFSIZLIĞI KAYBEDİNCE DOĞRULUĞU DA KAYBEDİYORUZ”
Yılların gazetecisisiniz, şöyle bir geçmişten bugüne bakarsanız medyaya ne söylemek lazım? Biz neyi kaybediyoruz, neden medya hep tartışılıyor. Yanlış nerede?
Gazeteciliğe anlamını veren en temel değer doğruluk ve tarafsızlıktır. Türkiye’de siyaset çok sert yapılıyor. Bu sokağa da yansıyor. Muazzam bir kutuplaşma hali var. Bu kutuplaşma aynen medyaya yansıyor. Safınızı belirlediğiniz, tarafsızlığınızı kaybettiğiniz anda ‘haber’ ve ‘doğruluk’ ile irtibatlarınızı da kaybetmeye başlıyorsunuz. Bu durumda da zaten varlık sebebiniz ortada kalmıyor. İtibarınız yerlerde sürünüyor. Son genel seçimde 52 milyon seçmen vardı, buna rağmen tirajlar 4-5 milyonu aşmıyorsa bunun bir sebebi olmalı. İnsanlar 50 kuruş verip gazete alamıyor değil.
“GAZETECİ TARAFSIZ OLMAK ZORUNDA”
Ama taraf olmayan da bertaraf oluyor sanki?
Ne münasebet!...Gazetecilikte “taraf olmayan bertaraf olur” diye bir yaklaşım kabul edilemez. Biz taraf tutamayız, tarafsız olmak zorundayız çünkü mesleğin özü budur. Kimin gözünde bertaraf olursunuz bilemem ama işini doğru yapar, insanlara güven verebilirseniz halk bir süre sonra sizi baştacı yapar. Önemli ve değerli olan da odur.
"GAZETECİ SİYASİLERLE DOSTLUK DÜŞMANLIK İLİŞKİSİ KURAMAZ"
Hükümetin medya üzerindeki egemenliğinin bu tarafsızlığın önüne geçtiğini düşünenler de var ama?
Hükümet baskısı, medyadaki sorunların bir bölümünü izah eder, tamamını değil.
Gazeteciler, iktidarla ya da muhalefet ile dostluk-düşmanlık ilişkisi kuramaz. Türkiye’de ana akım medya bunu yaptı ve yıllarca devam ettirdi. Hükümet de bu vahim yanlışı bir başka vahim yanlış ile düzeltmeye kalkıp kendi medyasını yarattı. Sonuçta olan bizim mesleğe oldu. Ya dost kuvvetlerdensin ya düşman kuvvetlerden! Bu yaklaşım Türkiye’de gazeteciliği bitirir, bitiriyor da...
“GEÇMİŞTE DE KEPAZELİKLER YAŞANDI”
Geçmişte de medyada böyle sorunlar yaşanır mıydı? İlk kez bir genel yayın yönetmeninin bir canlı yayında “Baskı ete kemiğe büründü” şeklinde isyanına şahit olduk, bu çok vahimdi.
Geçmiş dönemde de elbette böyle sancılar yaşanıyordu. Neler neler gördük...Kalemini darbecilerin hizmetine veren gazeteciler de gördük, hükümet devirme operasyonlarında rol oynayan gazeteciler gördük, patronunun askerlik sorununu çözmeye çalışan gazeteciler gördük...Bir değil birden çok kepazelik yaşandı.
“MEDYA SORUNU HEP VARDI, BUGÜN YENİ BİR SORUN DEĞİL”
O zaman bu denli değil ama galiba. Mesela ses tapeleri yoktu değil mi?
Teknoloji bu kadar gelişkin değildi çünkü. Telefonlar bu kadar kolay dinlenemiyordu, internet yoktu. Ya da bu kadar yaygın değildi. Ama medya sorunu hep vardı, hep böyleydi. Bundan daha kötüleri oldu. Burada gazetecilerin, medya patronlarının bir durup düşünmesi lazım. Bakın eski medya patronlarından Dinç Bilgin’in itirafları çok önemliydi. Geçmişte yaptığı hataları, işlediği gazetecilik suçlarını birbir anlattı. Ben bu itirafları çok kıymetli görüyorum. Gazetecilerin bir kısmının meslek hassasiyetleri ve meslek ilkelerine o kadar sıkı sıkıya bağlı olmadıkları ortada. Gazetecinin “hayır” diyeceği, karşı çıkacağı bir yer vardır. Belki bir muhabir bunu yapmakta zorlanabilir, ama bir genel yayın yönetmeninin “bunu yapmam, yapamam” diyeceği şeyler vardır. Gazeteci duruşu diye bir şey vardır. Patrona yeri geldiğinde “bir dakika” demeyi de bilmeli gazeteci. İstifa doğru zamanda insanın onurudur. Yıllardır gazetelerde genel yayın yönetmenliği yapmış, bir eli yağda bir eli balda bir gazetecinin ‘ben gideyim de şu mu gelsin’ yaklaşımı ancak çürümenin ifadesidir.
"MESLEĞİN ONURUNU GAZETECİLER KORUR BAŞKASI DEĞİL"
Tam da bu noktada Fatih Saraç konusunda ne düşünüyorsunuz?
İsimler üzerinden konuşmanın anlamı yok. Dün başka biri vardı, bugün o, yarın bir başkası. Gazeteciler hancı bu isimler yolcudur. Mesleğin onurunu koruyacak olan bunlar değil gazetecilerdir.
Mesela bir Başbakanın bir TV kanalını arayıp bir alt yazıya müdahale etmesi doğru mu?
Abesle iştigal bir soru daha!:)
Peki sizin kanalda böyle bir durumun yaşanma olasılığı var mı?
(Gülüyor) Olursa abesle iştigal olur.
Peki Al Jazeera yönetimi Türkiye’deki medya konusunda ne düşünüyor?
İyi şeyler düşündüklerini zannetmiyorum.
“BİZE KİM NE DER DİYE BİR KORKUMUZ YOK”
Yaptığınız bir haberden korkarak gazetecilik yapmayacaksınız yani?
Bizi korkutan şu ya da bu güç merkezi değil.. Herhangi bir güç merkezinden çekinmiyoruz. Bizim şu anda kavgasını verdiğimiz şey haberciliğimiz mesleğin prensiplerine uygun yürütebilecek miyiz yürütemeyecek miyiz? Biz haberi mesleki donanımımız itibariyle doğru verebilecek miyiz? Haberi yazarken gerçekten tarafsız bir dil kullanabilecek miyiz? Kısacası “Al Jazeera verdiyse doğrudur” dedirtebilecek miyiz...Tek düşüncemiz bu. Bunun kavgasındayız. Bize “kim ne diyecek” acaba diye bir kaygımız, korkumuz yok.
Peki Gürkan Zengin’i tercih etme nedenleri ne Al Jazeera’nın?
Bunun yanıtı bende değil, Doha’daki yönetime sormanız lazım. İşadamları yönetmiyor bu kurumu, yönetimde ciddi gazeteciler var. Herhalde önemsedikleri değerleri taşıyacağımızı, haber merkezini bu değerlerle yöneteceğimizi düşünmüş olmalılar.
Türkiye’nin şu an yatıp kalkıp konuştuğu tek bir konu var. İktidar-cemaat kavgası. Siz bir gazeteci olarak ne düşünüyorsunuz? Bu kavga daha ne kadar sürer?
Devlet içinde iktidar kavgasına alışığız ama aktörlere bakınca böylesine ilk kez tanık oluyoruz. Görebildiğim kadarıyla kavga büyük ve geri dönüşü olmayan bir yola da girilmiş durumda.
Hükümetin kullandığı dil, yaklaşım bu konuda kararlı olduklarını gösteriyor. İthamlar son derece ağır. Bakalım bunları delillendirebilecekler mi?...
Kazanan kim, kaybeden kim olur?
Başbakan Erdoğan, “örgüt” diyor, “paralel yapı” diyor “ , dış güçlerle,yabancı servislerle bağlantı” diyor. Cemaat de hırsızlık, yolsuzluk var diyor. Kaybeden kim olur bilemiyorum ama bu kavga sayesinde ülkede olup bitenlere ve güç ilişkilerine dair daha net bilgilere ve fikirlere sahip olduğumuz için halk olarak kendimizi kazançlı görüyorum.
Röportaj için bana epeyce bir vakit ayırdınız, samimiyetiniz için çok teşekkür ediyorum.


Fotoğraflar: Bülent ÇAMCI
mail: [email protected] www.integralcmc.com