Türkiye’de hata yapmayan sinema yazarı var mı?

Tunca Arslan, bir hafta kadar önce, Aydınlık gazetesindeki köşesinde yazdığı yazısında Hıncal Uluç’a saldırmış, kendisini sinema konusunda cahil ilan ederek, bu işten uzak durmasını tavsiye eden bir yazı kaleme almıştı.

MURAT TOLGA ŞEN
MURAT TOLGA ŞEN murattolga@gmail.com
Tunca Bey, Hıncal Bey’in, artık gelenekselleşmiş bir şekilde, SİYAD ödül törenlerini eleştirmesinden rahatsız olmuş, olması doğaldır. Sinema-TV eleştirmenliği yapanları temsil etme iddiasındaki derneğe çeşitli nedenlerle uzağım ancak ödül törenini bahane ederek SİYAD'ı yerden yere vurmak çok da doğru değil.

Derdim Hıncal Uluç’u savunmak değil, takip ettiğim ya da sempati duyduğum bir yazar değildir ancak insan bir şey yazarken ne yazdığını, nereye gideceğini bilmeli… Kalem ustası, yazarken kibrini saklayamazsa yüksek ama yıkması kolay surlar inşa ediyor.

Benim yazıda takıldığım yer tam da şurası;

“Şimdi siz “sinema eleştirisi” yapmaya kalkışıp da çok bilinen bu iki filmi ve çok iyi tanınan iki yönetmeni birbirine karıştırırsanız, af buyurun ama bu cehaletinizi de günlük gazetedeki köşenizde sergilerseniz, en hafif deyimle alay konusu olursunuz. Bir daha sinemanın s’ni, eleştirinin e’sini, gazeteciliğin g’sini ağzına almamanız gerekir. En iyisi, özür dileyip hatanızı dürüstçe kabul etmektir. Bunu da yapmamışsanız, yorganınızı başınıza çekip yatmaktan, bir süre ölü taklidi yapmaktan, kendinizi unutturmaya çalışmaktan başka çıkar yol yoktur. “

Tunca Bey’in “sinema eleştirisi” yapanlar için keskin bir tarifi var, ona göre sinema yazanın neredeyse bir Shaolin Rahibi kadar mükemmel bir stile ve bilgeliğe ulaşması gerekiyor ki gerçekten öyledir ancak tam da orada benim aklıma cımbızla seçerek üye aldıkları dernekte yazanların yaptığı muhteşem hatalar geliyor.

İsim vermeyeceğim ancak sinema yazarlığının en meşhur, en önemli kalemleri ne hatalar yaptılar, hala da yapıyorlar.

Biri, Seren Yüce’nin Çoğunluk filmine Cannes’da Altın Palmiye kazandırttı, diğeri Ingrid Bergman’la, Ingmar Bergman’ı aynı kişi sandı, öteki Örümcek Adam’ı süper güçleri olmayan tek kahraman ilan etti ve memleket hanesine Gotham City yazdı, o da yetmedi sadece bir hafta sonra 1948 yılında Nazilerin zulmü altında inleyen bir Almanya’dan bahsetti okurlarına… O yazılar yazdıkları gazetelerin internet sayfalarında değiştirilmemiş halleriyle halen durmakta...

Müdahil olmak istemezdim ancak babamın oğluyum; televizyonu açtığımda maça denk gelirsem, yenilen takımı tutarım. Bu sefer de öyle oldu. Kimseyi sallamak, sarsmak peşinde değilim ama hatasız kul olmadığı gibi sinema yazarı da olmuyor. Bu kadar böbürlenmeye gerek yok.

Seyirciyi Beyaz Yalan’larla oyalayamazsınız!

Pazartesi akşamı Show TV de yeni bir dizi başladı, adı Beyaz Yalan… Başından sonuna izledim ama inanın bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Başroldeki Kutsi’nin dublajı mı yoksa iki rolü birden oynayan Deniz Baysal’ın henüz pişmemiş oyunculuğu mu, 25 yıl öncesinin ucuz Brezilya dizilerine özenen senaryosu mu, ne!



Milliyet gazetesi ertesi gün, “Beyaz Yalan seyirciyi ekran başına kilitledi” diye başlık atmış, bülten haberi olduğu muhakkak ama benim ekran karşısında yaşadığım kilitlenmenin sebebi, Beyaz Yalan’ın bu castla, bu hikayeyle kanaldan onay alıp seyircinin karşısına çıkmış olması…

Diziler tutmuyor, 3-4 bölümde kalkıyor diye üzülüyoruz ama haftanın en iddialı gününde Beyaz Yalan gibi bir diziyle seyircinin karşısına çıkınca sonuç kaçınılmaz! Dizi o günün sıralamasında 30. olabildi, bence hak ettiği yerde…

MURAT TOLGA ŞEN /
Tüm yazılarını göster