Efendim; siz emperyalizm için bir ülkenin hangi rejimle yönetildiğinin önemli olduğunu mu sanıyorsunuz? “Demokrasi” işin bahanesidir. Ortadoğu’ya bakın. Halen en sıkı müttefiklerinin Ortadoğu krallıkları olduğunu görürsünüz. Zaten geçen yüzyılın başında kendi çizdikleri Ortadoğu haritası da bu rejimler üzerine kuruluydu.
Ortadoğu’da sonradan devirdikleri bütün rejimler ise genellikle SSCB’nin varlığından güç alarak, ulusalcı karakterdeki, kendilerine kafa tutan veya tutmaya hazırlanan askeri karakterde rejimlerdi. (Mısır’da Cemal Abdünnasır, Libya’da Muammer Kaddafi, Irak’ta Saddam Hüseyin, Suriye’de Hafız Esad gibi) Bugün o köprünün altından çok sular geçmiş bulunuyor!..
Operasyonun İkili Karakteri!..
Şimdi öncelikle konuyu doğru anlamak için yapılmak isteneni doğru kavramak gerekiyor. İsrail ve onun hamisi ABD için öncelikle bu iki yan çok önemli. Bunlar nükleer konusu ve İran’daki molla rejiminin devrilmesi. Çünkü ikisi birbirine sıkı sıkıya bağlı görünüyor. İran’ın nükleer programını iptal etmeden İsrail’in kendini o coğrafyada güvende hissetmesi mümkün gözükmüyor. O yüzden saldırı dozunu arttırmaya ve bu konuyu bitirmeye mecbur hissediyorlar. Anlaşma falan hikâye!..
Ancak bunu İsrail karşıtlığını düstur yapmış “Fanatik molla rejimi” ni ortadan kaldırmadan sağlaması da pek imkân dahilinde değil. O yüzden “Batıya ve İsrail’e yan bakmayan” bir rejimin oturtulması şart. Bunun kim tarafından, hangi isimle, nasıl sağlanacağı ve adının ne olacağı hiç önemli değil. Yani ki bunu ona kim sunacaksa arkasında durulacağa benziyor. Demokrasi lafügüzaf sayılır!..
Oğul Pehlevi Kolları Sıvamaya Hazır!..
Bu arada şu ana kadar kenarda bekleyen oğul Pehlevi fırsatı kaçırmayarak “Alternatif isim” olarak kendini öne çıkardı. (Diğer oğul Ali Rıza Pehlevi ise 2011’de intihar edecekti) Ve zaten belliydi ki bu çoktandır “Projelendirilmiş” bir seçenekti. Şimdilik bir “Senaryo” gibi görünse de yakın vadede realize olabilir. Çoğu kişi bu ihtimali mümkün görmeyebilir. Oysa seçenekler arasındadır ve mümkündür.
Tam bu noktada daha ilk andan itibaren 1979'da sürgün edilen Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin oğlu, veliaht prens olarak tanımlanan Rıza Pehlevi mevcut “Molla rejimi” nin çöküş sürecine girdiğini belirterek, İran halkına "şimdi ayağa kalkma zamanı" çağrısı yapacaktı. Rejimin sonunun “kaçınılmaz” olduğunu söyleyen Pehlevi, bu sürece hazırlandıklarını belirteceklerdi. Pehlevi, "Rejimin çöküşünden sonraki ilk yüz gün, geçiş süreci ve halk tarafından seçilecek ulusal ve demokratik bir hükümet için hazırlıklıyız" sözleriyle ne yapılmak istendiğinin mesajını verecekti.
“Parlamenter Monarşi”nin Sembolik Şahı!..
Peki bu ne kadar mümkün? İlk anda saçma gibi gelen ihtimal geçerli bir tasarım olabilir mi? İran halkının (Ki, homojen bir halk yok!) bu derece İsrail’e angaje, İsrail sevdalısı, Netanyahu’nun kankası, ağlama duvarında ağlayan, kızı İman Pehlevi’yi Yahudi bir damatla evlendiren birini tekrar iş başına getirmesi mümkün mü? İlk bakışta mantıken olmaması gerekiyor. Ama kimse kusura bakmasın halkların tarihi gösteriyor ki konjonktür oluşturulursa kimler desteklenmiyor ki? Tabii gelişmelere bağlı başka seçeneklerde oluşturulabilir. Göreceğiz!..
O yüzden mevcut rejimden bıkan hedonist karakterdeki genç nesil, bir kısım modernist muhalifler, sistem değişikliği isteyen bazı sınıflarca ve sivil-asker bürokrasinin bir kısmı tarafından kabul görebilir. Zaten yanlış anlaşılmasın. Oğul Pehlevi’ye “Mutlak monarşi” rolü verilmeyecektir. (Buna zaten ne gücü ne imajı yeter!) Ona -şayet bu senaryo zemini oluşursa- muhtemelen gücü sınırlamış hatta sembolik düzeye indirilmiş, “Anayasal - parlamenter monarşi” rolü verilecektir. (İngiltere kralı gibi) Birleştirici tarihi şahsiyet, bazı şeylere usulen onay veren, seremonik bir tür siyasi “Noter” gibi. Gerisi törendir, merasimdir, arada halka el sallama!..
Güç sözüm ona batı tarafından dizayn edilmiş siyasi partiler ve onlar tarafından oluşturulmuş parlamentoda olacaktır. Bu süreçte öne sürülecek “Anahtar isim” o olacak gibi. Öyle ki zaten kendi içinde demokratik bir kültür, gelenek oluşturamamış bir halkın birdenbire “Saf demokrasi”ye (Sahi öyle bir demokrasi var mı?) döneceğine inanan var mı? Başlarına gene geleneksel “Otorite” simgesi, toparlayıcı birini isteyeceklerdir. Şah imgesi güncelde bu ihtiyaca cevap verebilir.
Sen Ne Hakla Milli Çizgi İzlersin?!..
Tam bu noktada tarihi biraz geriye sarıp bakalım. İran’da aslında 1950’lerde demokratik bir rejimin zemini oluşmuştu. Ancak İngiltere - ABD ikilisinin burnunu sokmasıyla nasıl raydan çıktığını, belki de Humeyni rejimine yolun ilk o zaman açıldığını söyleyebiliriz.
İran’da o esnada Başbakan Muhammed Musaddık vardır. Ulusal Cephe Partisi’nin lideriydi. (64 yaşında, enteresan bir kişilikti. Basın toplantısını evindeki yatağında pijamalarıyla uzanıp yapardı) Ülkesi için bağımsız bir politika izlemeye çalışmaktadır. Bu yüzden batılılar için alarm çanları çalmaya başlayacaktı. Onu peşinden bir dizi komplo izleyecektir.
Anglo-İranian Oil Company Soyguncudur!..
Anglo-İranian Oil Company Ltd’nin İran tesislerini millileştirme çabasıyla öne çıkacaktı. Bu onu İngiliz ve Amerikalıların gözünde “Hedef adam” yapacaktı. Ona göre “İran petrolü İranlılara aitti” ve bu şirketin yağmacı haydutlardan farkı yoktu. 30 Nisan 1951’de (İktidara geldikten bir gün sonra) petroller kamulaştırıldı. İngilizler savaş tehdidinde bulundular ama sonuçlarını göze alamadılar. Onun yerine önce ekonomik abluka uyguladılar. Tepkiler gösteriler yoğunlaştı. İran Komünist Partisi (TUDEH)’in bu gösterileri organize ettiği haberi ABD’yi harekete geçirdi, kolları sıvadılar. İngilizlere göre bu işi engellemenin tek yolu batıya sadık Şah’ı tekrar iktidara getirmekti.
Sirk Gösterisi Gibi Darbe: TP-AJAX!..
15 Ağustos 1953 gecesi saat 10.30 civarında Başbakan Musaddık bir hükümet toplantısı esnasında iken, Şah’ın muhafız alayından bir grup subay başlarında kumandanları Albay Nasıri olduğu halde gelecekler ve Musaddık’a yurt dışına kaçan Şah’ın bir “Ferman”ını getireceklerdi. Bu fermana göre Musaddık başbakanlık görevinden azledilmiş ve yerine General Zahidi getirilmişti.
Öncesinde ise her yer ajan kaynıyordu. Hele de General Norman Schwarzkopf’un gelmesiyle olay bambaşka bir çehreye bürünecekti. ( General Norman Schwarzkopf 1. Körfez Savaşı esnasında Amerikan birliklerine komuta eden “Çöl Ayısı” lakaplı General Norman Schwarzkopf’un babasıydı.) Amerikan ajanlarını tutuklatan General Afşar Tus ise kaçırılıp kafasına bir kurşun sıkıldı.
Ancak bu da yetmeyecek, genelkurmay başkanının Musaddık’tan yana tavır almasıyla Musaddık tekrar başa geçecekti. Şah ise yurtdışında CIA Şefi Allen Dulles ile buluşacak ve yeni planlar yapacaklardı. CIA zaten operasyon için çoktan düğmeye basmıştı bile. Operasyonun CIA’nın resmi kodlamasındaki adı ise “TP Ajax” operasyonuydu...
Para Konuşur!..
Üstelik işin içinde Roosevelt’in torunu Kermit Roosevelt’de vardı. Bu arada General Zahidi etrafı velveleye verecek ve şahın azil fermanını çoğaltarak Tahran’da dağıttıracaktı. İşler aniden tersine dönmeye başlamıştı. General Schwarzkopf ise Tahran çarşısındaki esnafa, gazete yöneticileri ve yazarlarına para dağıtmakla meşguldü. Söylentilere göre o günün rakamlarıyla 6 milyon dolar para dağıtılmıştı. Bütün bunlar neticesinde üç gün önceye kadar “Yaşasın Musaddık, Kahrolsun Şah” diye bağıran halk bu kez sokaklara dökülmüş ve “Kahrolsun Musaddık, Yaşasın Şah” diye bağırıyordu. CIA umduğundan da kolay bir şekilde darbeyi başarmıştı.
Lakin bunların çoğu ya feodal-aşiret ilişkileriyle toplanmış kişilerden ya da lümpen unsurlardan oluşan bir güruhtu. Darbenin adeta bir sirk gösterisi gibi örgütlendiğini görülmektedir. Dahası bu oyunda üç dolarlık figüranlar kullanılarak sahne tamamlanmıştır. Kendini yüzbinlerce dolara satan bir general ve kişi başına üç dolar verilen kalabalık bir “figüran-halk” topluluğu: İran sokaklarında garip bir komedi oynandı. Erkekli çocuklu büyük bir kalabalık, birdenbire toplanarak başbakanlık sarayına doğru yürüdü. Bu kez “Musaddık’a ölüm” diye bağırıyorlardı. Halkın ilgisini çekmek için cambazlar, çalgıcılar ve hokkabazlar hünerlerini gösterdiler. 1979’a kadarda şah iktidarda kalacaktı.
Fantezi Gerçekliğe Dönüşürse!..
Öyle görünüyor ki bu şahın gidip gelmesi olayı İran’da adeta yerleşik bir alışkanlıktır. O yüzden bunu projelendirenlerde durumu biliyor. Şayet her şey bugün Amerika ve İsrail’in istediği gibi gider ve plan ikinci aşamasına sıçrarsa şahın varisinin geri dönmesi bir fantezi ya da şaka olmaktan çıkıp gerçeklik haline gelebilir. Tutar mı tutmaz mı ayrı bir konu. Kesinliği elbette yok. Senaryolardan biri. Ancak bu varsayım bize ne kadar aykırı ve tuhaf gelir ise gelsin hesaba katmakta yarar var sanki…
23. 06. 2025